10 Aralık 2014 Çarşamba

BU ROMAN O KIZ OKUSUN DİYE YAZILDI.

Yazar Enver AYSEVER' in Doğan Kitaptan çıkan sevda üzerine güzel bir romanı.
Kahverengi paltolu genç bir adam.Aklında ela gözlü sevgili,cebinde Cemal Süreya şiirleri,sırtında gitarı yürüyor İstanbul sokaklarında.Kah  sevgisini İstanbul'a anlatıyor kah İstanbul'u okuyucuya.Bazen kavuştum sanıp da kavuşamadığı sevginin güzelliğini yaşıyorsunuz satırlarda bazen de İstanbul'un hüzünlü,insanı saran güzelliğini.
Kitap beni hayli etkiledi.Zamana yenik düşmüş az bir ömrü kalmış genç bir adamın hayat hakkındaki düşünceleri ile sevgiliye dair yaşananlar bir döngüye sokularak aktarılmış.İçine de İstanbul'da hayat serpiştirilmiş.Okurken kendinizi İstanbul'da,Nişantaşında bir kafede veya beyoğlunda bir barda bulabilirsiniz.
Etkileyici ve okuyucuyu içine çeken bir kitap.
Alıntılar;
"İnsanın bir amacı kalmayınca,ölüm fikriyle aniden karşılaşıp,onunla başa çıkmak için berbat bir mücadele verince,giderek o dar zamanı doldurmak güçleşiyordu işte.Kişi büyük bir amacın peşinde koşmaktan vazgeçtiği an,tasarılar,planlar ortadan kalkınca ,hatta boş vakitleri doldurmak için bile gayret  sarf etmek önemini yitirince çırılçıplak,bir ahmak gibi ortada kalıyordu."
"Aşk,sevgiliyle bir aradayken farkedilmesi güç bir yük!bir başına kalınca insan,zalim duygular içinde can çekişmeye başlayınca,yüzünü daha keskin gösteriyor."
                                                                                                                                                                        Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...
 

6 Aralık 2014 Cumartesi

UZUN BİR ARA SONRA OKUNAN İLK KİTAP:"EVE DÖN"

Nihayet yeniden kitap okumaya ve özüme döndüğüm için çok mutluyum.Hayatımın en kötü dönemini atlattığımı düşünüyorum.Neredeyse yirmi yıllık bir beraberliğe son noktayı koyup sıfırdan başlamak hiç kolay olmadı ama artık özüme döndüğümü düşünüyorum.Meğer kitap okumak insan ruhunu nasılda iyileştiriyormuş.Hayatımız sıradan temposunda giderken farkına varmadığımız ama denge bozulduğunda kücücük ayrıntılarla nasıl mutlu olduğumuzu anladığım bir dönemdeyim.Beni takip eden herkese tavsiyem ne olursa olsun kendinizi sevmekten ve mutlu olduğunuz şeyleri yapmaktan vazgeçmeyin,kimse sizin kadar değerli değil.Ben bunu geç anladım ,hala yeni hayatımı yoluna koymaya çalışıyorum ve bunu başaracağımdan de eminim.
Gelelim kitabımıza;
Yazar Lisa Scottoline,Pegasus yayınlarından çıkan 422 sayfalık biraz polisiye biraz aile ilişkileri tarzı eğlenceli bir kitap.Aslında polisiye diye almıştım ama daha Kristin Hannah tarzı buldum.Eğer gerilim ve macera için aldıysanız hayal kırıklığına uğrarsınız.
Ana karakterimiz Dr.Jill,eski kocasının öldüğünü üvey kızından öğrendiğinde ölümden çok üç yıldır görmediği üvey kızına yeniden kavuşmanın muttluluğu içindedir.Üvey kızı Abby,babasının öldürüldüğünü düşünerek Jill'den yardım ister.Başlangıçta bunu istemese de kızına yardım etmeden duramayan Jill kendini hiç beklemediği tehlikeli oyunları araştırırken bulur.
Anlaşılır,yalın bir dili olsa da bana biraz sıkıcı geldi.Belki de kendimi macera kitabı okuyacağım diye hazırladığımdandır.Oysa ikili ilişkiler ve aile kavramı hikayede oldukça güzel işlenmiş.On üzerinden altı verebilirim.


Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...

24 Haziran 2014 Salı

TAM BİR TATİL KİTABI "ÜÇ KADIN ÜÇ PIRLANTA"

Hemen herkesin tatile çıkmayı düşündüğü şu günlerde yanına almasını önereceğim kitaplar arasında yer alacak mükemmel bir kadın okur kitabı. Sahilde güneşlenirken diğer hemcinslerinizin ne yaptığını düşüneceğiniz,erkek arkadaşınız ve ya eşiniz yanınızda ise ona olan sevginizi canlandıracağınız ve kendinizi mutlu hissetmenizi sağlayacak güzel bir kitap.
Daha önce filmini izleyip sonra da kitabını okuduğum ,"Şeytan Marka Giyer"'in yazarı Lauren Weisberger'in kaleminden çıkan eğlenceli,muzip ve biraz da bilgilendirici bir eser.Üç bekar ve yirmili yaşların sonunda olan kadının iş,aşk ve hayat hakkında düşünceleri ve yaşadıkları kaleme alınmış.Akıcı ve kolay anlaşılır bir dili var.Eğlenceli ve ilgi çekici olduğundan çabuk bitecektir.Tavsiyem ya uzun yolculuklarda yanınıza almanız ya da tatil için ayırdığınız bir kaç kitap arasına yerleştirmeniz. Şimdiden iyi okumalar.
Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...



14 Haziran 2014 Cumartesi

"BİR CİHAN KAFES"KADIN OLMANIN HÜZNÜ TANIMAKTAN GEÇTİĞİNİ ANLATIYOR SANKİ...



İclal AYDIN'ın Artemis yayınlarından çıkan 325 sayfalık  bu kitabını öncelikle kapağı ilgimi çektiği için almıştım.Yazar,sevdiğim ve çoğu televizyon programlarından takip ettiğim bir insan olduğundan kitabın güzel olacağını da hissediyordum.Kitabı okurken gözümün önünde sevgili İclal AYDIN'ın her daim gülen yüzü canlanıyordu.Ama bir şeyi fark ettim.O yüz gülerken gözlerin taşıdığı hüznü hep atlamıştım.Kitabı okuyup hikayeye karıştıkça bilmeden onu Lorin karakteriyle özdeşleştirdiğimi fark ettim.Duygular öylesine taze ve öylesine canlıydı ki.Kadın olmanın,hayatla tek başına mücadele etmenin,anlaşılamamanın yükü öylesine doğal anlatılmıştı ki üzülmekten kendimi alamadım.
Üç nesil kadınların hikayesi, aslında şu dünyada tek başına ayakta kalmaya çalışan kadınları çok güzel ifade etmiş.Keşke zaman zaman yaşadığımız yıkımlardan çıkacak dostlarımız ve yakınlarımız olsa.Bazen yalnızlık mecburi oluyor.Karakterlerimiz bu bakımdan şanslı.Her şeye rağmen birbirlerine ve hayata tutunmayı başarabildiler.
Kadınların ne kadar hassas ve duygusal olduklarını bir o kadar da güçlü olduklarını anlatan güzel bir kitap.Herkese tavsiye ederim.Yazarımıza da kırgınlıkları arkada bıraktığı mutlu bir gelecek dilerim.İç dünyasını bizimle paylaştığı için teşekkürler...

13 Haziran 2014 Cuma

KENDİMİ AFFETTİRMEK İÇİN İKİ KİTAP "AŞKI GİYİNEN ADAM" VE "SENİ HER ŞEYİN MÜMKÜN OLDUĞU BİR YERE GÖTÜRECEĞİM"



Uzun bir süre kişisel sorunlarımdan dolayı kitap okumaya ara verdiğim için yorum yapamadım.İnsan hayatının bir saat içinde nasıl altüst olabileceğini gördüğüm şu günlerde, kitaplardaki hayatların gerçeği yansıttıklarını daha iyi anlıyorum şimdi.Bu nedenle kendimi kitaplara verdim ve iki farklı yazarla tanıştım.
İlk kitabım,Laurent GOUNELLE'nin Seni Her Şeyin Mümkün Olduğu Bir Yere Götüreceğim,adındaki biraz roman biraz da kişisel gelişim tadında yazılmış eseri.Normakde felsefi anlatımlar içeren kitapları hızlı okuyamam.Özümsemek ve düşünmek gerektirdiğinden bazen sıkıcı bile bulduğum olur.Oysa bu kitapta bir hikaye üzerinden hayatı ve insan davranışlarını incelediğinden hem daha zevkli hem de daha akıcı olmuş.
Hayatının aşkını kaybetmesinden Amazon ormanlarında yaşayan bir kabileyi sorumlu tutan bir filozof,bu ormana giderek onların hayatını değiştirmeye çalışır.Amacı onlara acı çektirmektir.Bir filozoftan beklenebileceği gibi ağacı direkt kesmek yerine içten içe çürümesine sebep olacak ve ölümün sebebi olmaktan kurtulacak bir yolu vardır.Okudukça olayın sadece bu kabileyle ilgili olmadığına kentleşmenin insanlığı nasıl yok ettiğine şahit olduğunuzu göreceksiniz.Bence harika bir gözlem sonucu doğmuş güzel bir eser.

  İkinci kitabım ise yazar Nazlı ERAY'ın Aşkı Giyinen Adam'ı.Ana karakterimiz tarot kartları ve onları konuşturan Dürnev Ablası sayesinde zaman zaman geçmişe giderek zaman zaman en sevdiği sanatçı Eddie Fisher ve Elizabeth Taylor'un hayatlarına dahil olarak masalsı bir anlatım sergiliyor.Aşkları,anıları,dostluğu fantastik bir anlatımla ve onlarca karakter üzerinde izleme şansını buluyorsunuz.Bir çok limana uğrayan ve her birinde bir parça taşıyan bir gemi gibisiniz.Okur severse tam sever sevmezse de hemen elinden bırakır.Bu nedenle başlayın ve ilk beş sayfada beğenmediyseniz devam etmeyin derim.İyi okumalar.


                                                                           
yeni kitaplarda ve yeni yayınlarda buluşmak
dileğiyle...

31 Mayıs 2014 Cumartesi

KRİSTİN HANNAH YİNE HARİKALAR YARATMIŞ"İLKBAHAR RÜYASI"

Bence sevgiyi en iyi anlatan yazarlardan biri Kristin Hannah.Onun kitaplarını okurken içimden bir sıcaklık aktığın ve gözlerimin dolduğunu mutlaka hissederim.Duyguları öylesine içten ve doğal bir dille anlatıyor ki sanki kendiniz yaşıyormuşsunuz gibi oluyorsunuz.Aslında anlatmaya gerek yok.Aile,arkadaşlık,dostluk kavramlarına önem veriyor ve sevgiyi hissetmek istiyorsanız okuyacağınız tek yazar.Bu kitabı da diğerleri gibi olduğundan kitap ayırmayın okuyun diyorum.
Küçük  bir alıntı ile içeriği özetleyelim:

"Sevgi bedenler gibi değildi, hiçbir yere gitmezdi, sonsuza dek var olurdu.İçinizde kalır, anlar ve anılara karışırdı. Angel gözlerini yavaş yavaş açtığında gözyaşlarının arasından Madelaine ile Lina'yı gördü.Artık sevgiyi onlarla bulacağım Francis.Yemin ederim."




26 Mayıs 2014 Pazartesi

FİLM TADINDA BIR KITAP DAHA "NEHIR ŞARKISI"

Karen Whıte,bu kitap sayesinde tanıdığım ve bundan sonra okuma listeme alacağım bir yazar.Kitabı bir yarışma sayesinde kazandım ve bu nedenle çok mutluyum.Tam benim zevkime hitap eden aşk,macera ve sırlarda dolu sürükleyici romanlardan.
Julie ,oniki yaşındayken kız kardeşini kaybetmiş ve bu durumdan kendini suçlu hisseden yalnız bir kadındır.Bir gün karşısına kendi gibi yalnız biri olan Monica çıkar.Monica bir süre sonra beş yaşındaki oğlunu ve terkettiği ailesine yakında bulunan evini Julie'ye emanet ederek vefat eder.Julie,çaresiz yanına küçük oğlanı da alarak bu eve doğru yola çıkar.Orada onu Monica'nın kaçışındaki gizemler ve acılı ailesi bekliyor olacaktır.Okumaya başlayınca sizde bu sırları öğrenecek ve her sayfada merakla birbirini kovalayan çözümler ve yeni bilinmezlerse karşılaşacaksınız.
Bazı kitaplar reklam kurbanı oluyor diye düşünüyorum.Bu kitap bence bir çok bestelerden daha iyi ve okunmayı hakediyor.Yalnızca yeterince tanıtılmadığını düşünüyorum.Eminim okuyanlar bana hak verecektir.
Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...





24 Mayıs 2014 Cumartesi

SARAH JIO'DAN ETKILEYICI BIR ROMAN DAHA "SON KAMELYA"

Yeni keşfedip zevkle tüm kitaplarını aldığım yazar Sarah Jio,yine çok güzel ve sürükleyici bir eser ortaya koymuş.Bu güzel eser için yazara ve her zaman güzel kapak tasarımlarıyla beni çeken Arkadya yayınlarına da teşekkür etmek istiyorum.Kitabı Kocaeli Kitap Fuar'ını gezerken almıştım.Doğrusu standdan ayrılmakta çok zorlandım.Öyle güzel kitap kapakları vardı ki konularına bile bakmadan tüm kitapları alasım gelmişti.Malesef yeterli bütçem olmadığından sadece gözlerime Bayram ettirebildim.
Kitaba gelirsek;
1930 yılları ile 1990 yılları arasında bir şatoda geçen sırlarda dolu hayatları konu alıyor.Sırların anahtarı ise o dönemlerde şatonun kahyası olan bir kadın.Eşine ender rastlanan bir kamelyadan yola çıkarak farklı dönemlerde yaşamış kadınların hayatlarını kesiştiren roman hem anlatımıyla hem de konusuyla sizi içine çekiyor.Başlangıçta iki farklı dönemi takip etmenin güç olacağını düşünsenizde okudukça yanıldığınızı anlıyorsunuz. Kurgusu çok iyi.Tek eleştirim sonuna olacak.Yazar mutlu sona ulaşmak için fazla tesadüf içeren bir son bulmuş. Bence bu son kitabı fazla masası yapmış.Yine de okumaktan sıkılmadığım güzel bir kitaptı.
Kitaptan sevdiğim bir alıntıyı paylaşmak isterim:
"Fark ettim ki insan çoğu şeyle mücadele edebilir ama seveceği kişiye asla kendi karar veremez.K alın seçtiği kişiyi ,istese de değiştirmez.Korkarım, bu hayatımda yaşadığım en büyük felaket olacak."
Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...

                                   
                                     
                              

16 Mayıs 2014 Cuma

BIR MADEN KAZASI BINLERCE DERS

Soma da yaşanan facia da hayatını kaybeden işçilerimize Allah'tan rahmet dilerken,ölümlerinin bile bize bir ders vermek için olduğunu görerek şaşırıyorum. Mekanları Cennet olur inşallah...
 Bu kazada kurtulan insanların yaşadıkları bana bir kez daha doğaya ne kadar önem vermemiz gerektiğini hatırlattı.Tek ihtiyaçları bir nefeslik oksijende.Oysa biz açık havada yaşayan insanlar onu ne kadar bol harcıyorduk.Çoğumuz soluduğumuz havanın bile farkında değildik.Zaman gelecek biz de bir nefese muhtaç olacağız,böyle giderse...Tüm ormanları kesip bina inşasına devam edersek,sırf güzel kokmak için binlerce deodorant kullanıp havayı kirletirsek,sanayileşmeye korumasızca devam edersek...Kısacası artık doğayı korumamız gerektiği düşüncesini hepimizin benimsemesi ve görevlerini yerine getirmesi gerekmektedir.Özellikle siyasettekilerin bu tür farkındalıkları yaratmaya çalışanlara huzuru bozan eylemciler gözüyle bakmayın,yapıcı ve destek olmaları gerekir.
Bu kazanın bize öğrettiği bir acı gerçekte yeterli kurtarma bilgimizin olmaması.Ülkemizde kurtarma birlikleri çeşitli sektörlerde görevli arkadaşların gönüllü olarak bir araya gelmesi ile oluyor.Örneğin ben sağlık camiasında olduğumdan bizim ekiplerin normal zamanlarda hastanede çalışıp olay zamanlarında toplanıp hareket eden bir gönüllü grubu olduğunu biliyorum.Zaman zaman eğitim yapılsa da bu iş tamamen kişilerin isteğiyle doğru orantılı.Oysa felaket anında müdahale edecek özel bir birim yapılsa,onların tek işi bu konu olsa,sürekli tatbikatlar yapıp vatandaşa da belli konularda eğitim verseler daha verimli bir çalışma olur.
Yine bu kaza bize gösterdi ki ülkemizde denetimler maalesef kağıt üzerinde.Denetim ekiplerinin her daim bir formu olur.Şu varsa artı,bu yoksa eksi,bunların çoğunluk oranlarına göre de yeterli ve ya yetersiz.Var olan mevcut ihtiyaçı karşılayacak niteliklere sahip mi,yeterli mi,kullanım kolaylığı var mı bakılmaz.Pratikte yapılan ihtiyaca en ucuz şekilde cevap vermesidir.Ben bir malzeme alınırken sahada çalışanlara sorulduğuna hiç tanık olmadım.Bu konuda farklı düşünenlerin yorumlarına açığım ama genel uygulamanın böyle olduğunu düşünüyorum.Bu yüzden de sorunlar çıktığını biliyorum.Sahada çalışanların fikirlerine değer verilmesini istiyorum.Bir işi en iyi içinde olan ve bizzat zorluklarını yaşayan bilir.
Bu kazanın bize anlattığı daha çok şey var.Ölen yüzlerce insana boşuna ölmediklerini ispatlamak içim mücadele etmeli ve düzeltebileceğimiz yanlışları düzeltmeliyiz.Burada çıkar çatışması olmamalı.Insan hayatının bu kadar ucuz olmadığı ispatlanmalıdır.
Elveda karalara bulanmış aydınlık yüzler.Cennet mekanınız olsun...

11 Mayıs 2014 Pazar

"HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR" GEÇ KALMIŞIM OKUMAKTA...

Doğrusu bu kitabın yayınlanabilmiş olması beni çok şaşırttı.Yaşadığımız şu zamanlar eleştirinin ve yapıcı da olsa karşıt fikirlerin kabul edilemediği bir dönem olduğundan cesaretinden ötürü Hanefi Avcı'yı kutlamak lazım. Hoş kendisi cezaevine girmekten kurtulamadığından kitabın yayınlanmasının iyi karşılanmadığı da ortada ya ...
Kitapta Emniyet mensubu Hanefi Avcı'nın uzun yıllar edindiği mesleki tecrübelerini ve PKK,terörle mücadele,hayali ihracat,banka dolandırıcılığı,uyuşturucu mafyası gibi konularda yapılan mücadele ve yanlışlıkları da anlattığını görüyoruz.Kendi düşüncelerini,olayların seyrini sade,anlaşılır ve etkili bir dille ifade etmiş.Acemilik dönemlerinden ustalık dönemlerine geçişi,kendinde ve içinde bulunduğu teşkilattaki tecrübe eksikliklerini ve hataları gayet olgunlukla algılayıp eleştirebilmiş.Çıkardığı derslerle hayatını işi uğruna kendini eğitmeye adamış inançlı ve güçlü bir kişilik.Doğrusu ders alınacak çok nokta var.
Okumaya başladığım ilk sayfalarda kendi mesleğimdeki acemilik dönemlerim aklıma geldi ve ben de Hanefi Bey'e katıldığımı fark ettim.Bizim ülkede mesleki anlamda en büyük sorun yeterli saha deneyimi olmaması.Sular seller gibi kitap ezberliyor,sürekli sınavlara girip çıkıyor,bir sürü teorik bilgi alıyoruz ama göreve başlarken tam bir acemi çaylak manzarası sergiliyoruz.Okul döneminde yapılan stajlar çoğunlukla mezun olmak için gerekli notu almaya yönelik.Oysa daha uzun vadeli ve daha hayatın içinde olan stajlar olsa kimse bu zorlukları yaşamaz.Ben de tıp fakültesinden mezun olduğumda ilaçları biliyordum ama kırmızı reçete kaç nüshaşyeşil reçete kaç nüsha,ssağlık ocağı idari amiri ne yapar,hangi durumlarda adli rapor yazılmalı gibi basit şeyleri çalışırken öğrendim.15 Günlük bir sağlık ocağı stajını tatil gibi geçirip tek başıma bir köy sağlık ocağına atandığımda sudan çıkmış balığa döndüm.Elinizde hiç bir tahlil imkanı yokken hasta muayenesini ve tedavisini yapmak zorunda kaldım.Bu yüzden Hanefi Avcı'nın ne demek istediğini ve nelere karşı olduğunu çok daha iyi anlayabiliyorum.Ülkenin geleceği için elini taşın altına koyduğu için de teşekkür ediyorum.Dilerim gelecek ona da güler...
Yeni yorumlarda ve yeni yayınlarda buluşmak dileğiyle...

8 Mayıs 2014 Perşembe

DOĞAYI ANLAMAK İÇİN MUTLAKA OKUNMALI" BİR ÇİFT YÜREK"

Marlo Morgan imzasını taşıyan bu kitabı alıp arka kapak tanıtımını okuduğum da çok ilgimi çekmişti. Hemen okumaya başladım. Okudukça aslında biz insanların yaşamı ne kadar zorlaştırdığımızı ve yozlaştırdığımızı daha iyi anladım. Sonuçta hayatın amacı nedir ki? Bir gün hepimiz yok olacağız. En tanınmışlar,en iyiler,en kötüler hatta en unutulmaz denilenler bile bir gün unutulacaklar. Kalıcı olan sadece yaşanan duygular. Aşk,nefret,kin,hırs...Sadece el değiştirecekler ama kıyamete kadar var olacaklar.Öyleyse ölüme kadar nasıl yaşamalı?Kendini mutlu etmek için mi,hırslar için mi yoksa çevren için mi?
Nedendir bilmiyorum,kitabı bitirdiğimde aklıma ilk gelen düşünceler bunlardı.Bu kitapta yazılanlar,Amerikalı bir kadının ilkel bir topluluk olan Aborjinlerle yaşadığı kısa bir yolculuğun öyküsüydü ama yaşam felsefeleri beni çok etkiledi. Onlar için doğa,insanlığa hizmet için vardı ve bizlerde ondan yararlandığımız ölçüde onu korumak ve ona saygı duymak zorundaydık.Doğada var olan her şeyin bir yaratılış sebebi vardı .Kötü ve ya anlamsız olduğunu düşündüğümüz her şey zamanı gelince anlam kazanacağından yaratılan hiçbir şeye yargısal yaklaşılmamalıydı. Medeniyetle içiçe büyümüş bir Amerikalı'nın ilkel hayat olarak başladığı yolculuk ona medeniyetin ne olduğunu sorgulatacak kadar şaşırtıcı geçiyor.Sizde bu yolculuğa çıkmak ve doğayı anlamak istiyorsanız bu kitabı kaçırmayın derim.

 yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...

1 Mayıs 2014 Perşembe

KİTAP EYLEMİ: ÇEKİLİŞ VAR!

KİTAP EYLEMİ: ÇEKİLİŞ VAR!: Kıymetli şairimiz İbrahim ÖKSÜZ'ün katkılarıyla sizlere bu güzel kitabı hediye ediyoruz... EVVEL SEVDA İÇİNDE http://kitapey...

29 Nisan 2014 Salı

ŞİMDİYE KADAR OKUDUĞUM EN ABSÜRD KİTAPTI ...."DORA-FREUD'A KAFA TUTAN KIZ"

Yazar Lıdıa YUKNAVITCH. Kitabın kapağına baktığınızda aklınızdan bir kıyım hikayesi olduğu geçiyor.Hele bir de işin içine Freud girince kesin erkeklere yön elik bir tepki kitabı diye düşünüyorsunuz.En azından ben öyle algıladım. Okudukça konunun gerçekten üzerinde durulması gereken ciddi bir konu olduğunu düşündüm. Ama,amalarım çoktu. Bu kadar argo ve küfür içermek zorunda mıydı? Amaç konunun önemini kavratmak mı yoksa sadece okunmasını sağlamak mıydı? Argo içerik yüzünden üzerinde durmaya değmez kitaplar listesine girmez miydi? Her neyse...Biraz duvarları kırdığı biraz da bana ters olduğu için kitabı bitirdiğime hala şaşırıyorum. Öte yandan ,tıp eğitimim sırasında aldığım bir aylık psikiyatri dersinden daha kalıcı bilgiler edindiğimi de inkar etmeyeceğim!...
 Konuya gelirsek;
İda ,kendine verdiği isimle Dora,14 yaşında Bay K.tarafından tacize uğrayan ve bu nedenle psikolojik sorunları olduğu anlaşılarak tedavi için Dr.Sig'e giden ana kahramanımız.Zaten hikayesini de kendin ağzından dinliyoruz. Babası kızına karşı duyarsız ve Bay K.'nın eşiyle yasak ilişki yaşıyor. Dora ,bu ilişkiyi her yönüyle görüyor. Annesi ise ilaç ve alkol bağımlısı olduğundan çoğunlukla Dora'nın varlığının farkında bile değil.
 Dora'nın en yakın arkadaşları; anoreksik bir kız,gay bir erkek,cinsiyet değiştirme operasyonu olmaya hazırlanan bir erkek ve lezbiyen kız arkadaşı. Bundan sonrasını da okuyarak görün.
Kitabı okuyunca bir bireyin doğumdan itibaren hayatının  her döneminde ailesinin sevgisine ve yardımına ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu, ergenlikteki arkadaşlıkların seçimlerde ne kadar etkili olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Okumayı bitirdiğimde aklıma gelen ilk soru;
tedaviye ihtiyacı olan Dora mı ebebeyinleri mi ? Neden kurban hep çocuklar oluyor?
Son olarak kitaptan bir alıntıyla bitirmek istiyorum.
"Biliyor musun? On yedi yaş durulacak yer değil. Çekip gitmek,o benliği üzerinden silkip atmak istersin. İşlerin gidişatını alıp taş gibi fırlatmak istersin."

yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...

26 Nisan 2014 Cumartesi

YENİ VE İLGİNÇ BİR FİLM "KÖRLÜK"

“City of God / Tanrıkent” filminin Brezilyalı yönetmeni Fernando Meirelles’in Cannes Film Festivali’nin açılışını yapan son filmi “Körlük / Blindness”, Filmekimi galalarından. Nobel ödüllü yazar José Saramago’nun dilimize aynı adla çevrilen romanından uyarlanan filmin senaryosu, 2005’te İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale için yarışmış olan “Childstar / Çocuk Yıldız” filminin yönetmeni Don McKellar’a ait. Herkesi kör eden bir salgınının hızla yayıldığı modern bir kentte salgından etkilenmeyen bir kadının öyküsünü anlatan filmin başrollerini Julianne Moore, Mark Ruffalo, Danny Glover, Gael García Bernal ve Sandra Oh paylaşıyor.
Kitabı da elimde olmasına rağmen okuyamadım.Ama filmi çok beğendim.

İnsanoğlu kendine fazla güveniyor.İnançların,değer yargılarının sorgulandığı ilgi çekici bir hikayesi var.Bizi biz yapan değerlerimiz ve kişilik özelliklerimiz zorluklar karşısında verdiğimiz tepkilerle ölçülüyor.İhtiyaçların hayatı yönlendirdiğini ve imkansızın olmadığını vurguluyor.Son cümle;"O'na inanmazsanız başınıza bunlar gelir." Yoruma açık...

İNANILMAZ BİR ÖYKÜ "ANNE FRANK' HATIRA DEFTERİ"

Epsilon yayınlarından çıkan,bizzat Anne Frank'ın kendisi tarafından yazılmış günlüğün düzenlenmesiyle hazırlanmış,etkileyici bir kitap.
İkinci dünya savaşı sırasında Hollanda da sürgünde yaşayan Anne Frank,saklandıkları, babasının ofis binasının gizli bölmesinde bu günlüğü tutmaya başlamış.12-13 yaşlarında bir kızın gözünden savaşın ne olduğu,gizli yaşamın verdiği korkular,ölüm,farklı olmanın getirdiği zorluklar anlatılmış.Kitabı okuduktan sonra çok etkilendim ve araştırdığımda ,Anna'nın saklandığı bu binanın şimdilerde müze gibi halka açık gezildiğini öğrendim.Hayallerim arasında bir gün oraya gitmek ve küçük bir kızın yaşadıklarına tanık olmak var.
Savaşı yaşamayanlar için konuşması ne kadar kolay.Oysa herkesten çok çocuklar etkileniyor.Hayatlarının geri kalanı hep bir korku ve belirsizlik içinde geçiyor.Büyüklerin güç ve iktidar savaşı,küçüklerin gözünde sadece mutlulukların sonu ve acı olarak görülebilir.Bu günlerde yaşadığım şehre Suriye'den kaçarak gelen aileleri gördüğümde daha iyi anlıyorum çocukların yaşadığı ızdırabı.
Bir iki hafta önce öğle yemeğini kızımla lokanta da yerken çok neşeliydik.Sonra yan pencere de küçük bir erkek çocuk belirdi.Pencereyi tıklayıp eliyle ortadaki patates cipslerini gösterip ver gibilerinden işaret etti.Gözleri öylesine masum bakıyordu ki dayanamadım yanıma çağırdım.Türkçe bilmiyordu ama açlığın dilini çok iyi öğrenmişti.Masaya bakışı konuşmasa da çok şey anlatıyordu.Garsona işaret edip menüyü istedik ve çocuğa gösterip istediklerini alabileceğini tarif edip bir masaya oturttuk. Biraz sonra pencerenin önünde üç çocuk daha belirdi.Ellerinde bir simit paylaşmaya çalışıyorlardı.Arkadaşlarını görünce simiti işaret edip yanlarına gelmesini istediler.O ise mahcup mahcup oturup, gidip gitmemek arasında tereddüt eder gibi oldu.Neyse ki lokantanın sahibi de olayı fark etmiş ki diğer çocuklara da o yemek paketleyip verdi.Hep birlikte gülerek oradan ayrılıyorlardı ki küçük oğlan yanıma gelip gülerek "tesekkür" dedi.Gülmekle ağlamak arasında kaldım.Bir çocuğun yiyecek bulduğu için bu kadar sevinmesi ne kadar üzücüydü oysa.Yediğimiz yemek,ailemizle paylaştığımız anlar,bizim için ne kadar sıradandı oysa.
İşte savaşın insanlara yaptığının en basit örneği.Bu yaşananlar Anna'nın yaşadıklarının yanında çok basit kalıyor.İnsanca yaşamaya ve insanca ölmeye herkesin hakkı vardır.Dilerim herkese kendi hayatını yaşama ve mutlu olma hakkının tanındığı,savaşsız bir dünyaya en kısa zamanda kavuşuruz.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    

21 Nisan 2014 Pazartesi

SERİNİN İKİNCİ KİTABI"KURALSIZ"sıradandı.

Artık seri kitap okumamaya karar verdim.En azından uzun bir süre.Kendimi eski Türkçe derslerinde yazılmış mektupları okuyormuş gibi hissediyorum.Giriş-Gelişme-Sonuç.
Eğer seri bir kitaba başlıyorsan ilk ve son kitabı oku yeter demek geliyor içimden.Üzgünüm ama öyle.Burada da farklı bir durum yok.Kahramanlarımız sona ulaşmak için ne kadar tehlikeli iş varsa yapıyor.Yeni kitap gelecekse tam her şey düzeldi derken halletmeleri gereken yeni bir sorun çıkıyor.Doğal olarak burada da serinin son kitabı geleceği için kısa bir mutluluk anı sonrası yeni sorunları görüyoruz.Vakti çok olup ilk kitabı beğenenler okuyabilir.Yoksa daha ilginç kitaplara yönelin derim....


20 Nisan 2014 Pazar

BU HAFTANIN İKİNCİ KİTABI"SONA KALAN-TESS GERRİTSEN"

Blog'u takip edenler bilir,tam bir Tess hayranıyım.Ama yine söylüyorum;eski Tess'i özlüyorum.İlk kitaplarında şiddet,gerilim,adrenalin ve adli tıp patoloğu olarak yaşananlar daha çoktu ve kitabı elinize aldığınızda hem korku hissediyor hem de bir türlü elinizden bırakamıyorsunuz.Tam bir adrenalin deşarjı yaşatıyordu.Son kitaplar ise daha yumuşak,polisiye,ipucu takibi ve dedektiflik yanı ağır basıyor.Bu kitap da polisiye yanı daha fazla hissedeceksiniz.
 Kitabın konusuna gelince;ayrı hayatlara sahip üç çocuk,Claire-Will-Teddy'nin yolları bir anda,hiç beklenmedik bir trajediyle kesişir.Önce aileleri,ardından koruyucu aileleri katledilen bu çocuklar için artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.Peki bu olayların arkasında neler yatmaktadır?
Sevgili dedektifimiz Jane Rizolli ve Adli Patolog Maura Isles,yine iş başında. Size sadece keyifle okumak ve ipuçlarını takip etmek düşüyor.
Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...


GÜZEL BİR KİTAPTAN SEYİRLİK BİR FİLM"UYUMSUZ"

Veronica ROTH imzasıyla çıkan yeni bir Açlık Oyunları benzeri seri.Her ne kadar açlık oyunları gibi desem de seyrederken farklı geliyor ve sıkmıyor.Konu gayet akıcı ve karakterler rollerine cuk oturmuş diyebilirim.Kitabı okumak daha zevkli olsa da filminden de hoşlanacaksınız.
Konusuna gelince;
Savaştan çıkmış bir dünyada geriye kalanlar yeni bir yaşam kurmuş ve her biri belli bir erdemi yaşatmaya adanmış beş topluluk oluşturulmuştur.Dürüstlük,Fedakarlık,Cesurluk,Dostluk ve bilgelik.Beatrice,ailesiyle birlikte Fedakarlık toplumunda yaşamaktadır ancak seçme yaşı geldiğinden kendi yaşayacağı toplumu seçecektir.Ya ailesiyle birlikte ya da başka bir toplulukta yalnız...Beatrice ,kendi dünyasında bir seçim yapar ve asıl macera da o an başlar.
Konuyu ve anlatım tarzını beğendiğimden,filmi de oldukça sürükleyici bulduğumdan serinin ikinci kitabı olan Kuralsız'a başladım.Bir iki güne yorumlarım.Şimdiden herkese iyi seyirler ve iyi okumalar diliyorum.Benim gibi hayal ederek kitap okumayı seviyorsanız önce kitabı okuyun sonra filmi seyredin.Yoksa büyü bozuluyor...


17 Nisan 2014 Perşembe

ÇOK GÜZEL BİR TİYATRO İZLEDİK:"SONDAN SONRA"

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde yaşamayanlar için bu tür tiyatro turneleri çok iyi oluyor.Bu nedenle öncelikle tüm zorluklara rağmen turnelerden vazgeçmeyen tüm tiyatrolara teşekkür ediyorum.
 Emre Kınay'ın yönettiği,Emre Kınay ve Ahu Türkpençe'nin birlikte sunduğu ,iki kişilik harika bir oyun.Her iki oyuncunun performansı da mükemmeldi ama benim favorim Emre Kınay. Hem devam eden bir dizide oynayıp hem de tiyatro yapmak.Üstelik ikisinde de çok başarılı.Oyun iki kişilik olmasına rağmen seyirciyi içine aldı ve soluksuz bir şekilde izledik.Bir nükleer kazadan kurtulduğunu düşünen iki insanın sığınakta geçen günlerini anlatıyor.Şaşırtıcı bir son sizi bekliyor.Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim...                                                                                                                            

OKUMASI EN ZORLAYAN KİTAPLARDAN;"TANRI'NIN FORMÜLÜ

  Bu kitabın ismini çok duyduğum için ilk gördüğüm anda aldım ve okumaya başladım.Yaklaşık iki hafta oldu ve ben nihayet kitabı bitirebildim.Şimdi yeniden okumaya başlasam kitabı gerçek anlamda okumuş olurum.Çünkü bu kitabı ilk okuduğunuzda fizik bilginizin çok iyi olması lazım.Benim gibi yarım yamalak bir fizik bilginiz varsa ilk okuma ile ancak fizik kuralları anlamaya çalışıyorsunuz ve konudan uzaklaşıyorsunuz.
  Yazar Jose Rodrigues Dos Santos'a hayran kalmamak elde değil.Sadece bir roman yazmamış,matematik-fizik-astronomi bilgisi yanında CIA'nin çalışma şekli,İran'daki yaşam koşulları ve Amerika'daki hayatı birleştirerek eşsiz bir kitap açığa çıkarmış.Güzel ve zor bir kitap.Yıllardır ilk defa çözmekte zorlandığım bir kitap oldu.
 Bu kitabı okuyanlardan özellikle yorum bekliyorum.Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...


 "Rab mahirdir ama zalim değildir.Doğa sırlarını sinsiliğinden değil özündeki yüceliğinden dolayı saklar."
                                                                                           Albert EINSTEİN

8 Nisan 2014 Salı

SİMYACI-JOHN WARD BİTTİ...

Doğrusu kitabın türünü tam çözemedim.Polisiye macera tarzına kısmi fantastik öğeler eklenmiş diyebilirim.Kitabın sürükleyici olduğunu söyleyebilirim ama bazı yerlerde gereksiz uzatmalar olduğundan benim için vazgeçilmezler arasında yer almıyor.
Helen,bir tiyatro etkinliği sayesinde Jake ile tanışır.Babasının kendisine verdiği bir görevi Jake ile birlikte yapmaya karar verirler. Çıktıkları yolda onları gizemli karakterler ve tehlikeli görevler beklemektedir.
Bu kitap hakkında daha fazla yorum yapamayacağım.Kendime kızıyorum.Son zamanlarda etkili kitap seçimleri yapamadığımı düşünüp yeni kitapları araştırmaya başladım. Şu anda elimde "Tanrı'nın Formülü" var.Umarım beklentilerimi karşılar.
Yeni kitaplarda ve yeni yorumlarda buluşmak dileğiyle...



3 Nisan 2014 Perşembe

BU KİTABI BİTİRDİĞİME İNANAMIYORUM..."ŞEYTAN VE ŞAİR"

John UNDERWOOD imzalı "ŞEYTAN VE ŞAİR" adlı kitabı hem konusu hem de başlığı ilgimi çektiğinden satın almış ve okuma listeme eklemiştim. Kitabı okumaya başlayınca kendime inanamadım.Tüm çabalarıma rağmen ancak 10-15 sayfa okuyup ya uyuyakalıyor ya da başka düşüncelere dalarak kitaptan uzaklaşıyordum. Okumaktan ise bir türlü vazgeçemedim çünkü kitabın sonunu merak etmekten kendimi alamıyordum.



30 Mart 2014 Pazar

İKİ GÜNDE TÜM SEZONLAR BİTTİ"PRİSON BREAK"

Bir sinema sever olarak dizileri izlemek bazen sıkıcı oluyor. Konuyu uzattıkça uzatıyorlar.Bu nedenle fazla dizi izlemiyorum.Ama bu dizi hem sürükleyici hem de ilgi çekici.İki günde tüm sezonları bitirdim. Yine de son iki bölümü biraz atlayarak izlediğimi itiraf etmeliyim.
Zeka,güç ve kurnazlık bir ekipte birleşiyor ve ekibin tek amacı imkansızı başarıp,mükemmel korunan bir hapisten kaçmak. Ekip lideri hem zeki hem de yakışıklı olunca dizide bir solukta bitiyor.
 Game of Thrones dan sonra izlemekten zevk aldığım en iyi dizilerden...


UZUN BİR ARA -ÜÇ KİTAP-BİR DİZİ...

Bir süredir 2.Dünya Savaşı ile ilgili kitaplarla öylesine haşır neşir oldum ki yorum yazmayı unuttum. Elimde bu konuyla ilgili epey kitap birikti. Sanırım bu konuya biraz ara vereceğim ve daha yargısız ve sevgi dolu kitaplara yöneleceğim.İnsan hırs ve güç kavgaları nedeniyle yok olan milyonlarca hayatı okuyunca yoğun bir hüzne kapılıyor.Yaşamdan kopmamak için bu tür kitaplara ara vermeye karar verdim ve son okuduğum kitapta bu konuda bana ilaç gibi geldi.
İlk kitabım;Vasili GROSSMAN'ın "Yaşam ve Yazgı" romanı.Can Yayınlarından çıkan kitap,İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman çalışma kamplarında ve Sovyet cephelerinde gelişen olayları Şapoşnikov ailesinin bireyleri üzerinden bize anlatıyor.Savaş sırasında bir cephede yaşanan ölüm korkusu ve yaşam savaşı ile kamplarda geçen açlık ve işkence dolu hayatları gözler önüne seriyor.Düşünceler ve olaylar birbirine paralel ilerliyor.Oldukça etkileyici bir anlatım var. Serinin ikinci kitabını da daha sonra mutlaka okuyacağım.

Diğer okuduğum kitap da 2.Dünya savaşının bitimiyle ilgili.

20 Mart 2014 Perşembe

DÜNYANIN FALINA BAKAN KİTAP: "GELECEK YÜZYIL"

Pegasus yayınlarından çıkan ,George Friedman imzalı "Gelecek 100 Yıl" benim için hem ilginç hem de güncel bir kitap oldu.Bu kitabı okuduktan sonra haberleri daha bir anlayarak izlemeye başladım.
 Dünya haritasını önünüze koyarak bu kitabı okursanız daha kolay çözümlersiniz.Yazar geçmişi hatırlatıp günümüze dönüyor ve elde ettiği çıkarımlarla da geleceği yorumluyor. Kısacası dünyanın falına bakıyor.
 Genel hatlarıyla dünya üzerinde beş önemli bölgeden bahsedilmiş. Amerika 21.yüzyılın en büyük gücü kabul edimiş ve bunun en önemli nedeni olarak ta tüm denizlere hakim olması gösterilmiş.Diğer dünya ülkelerinin durumu da Amerika ile olan ilişkilerine göre ele alınmış. Gelecekte Rusya'nın parçalanacağı ve Doğu Avrupa da bir güç kargaşası olacağı söyleniyor. Rusya'nın güçlenmesi Amerika'nın işine gelmeyeceğinden,bölgede Polonya ve Türkiye'ye destek çıkarak güç dengesini elinde tutmaya çalışacağı belirtiliyor. Avrupa'nın bir yandan ekonomisini büyütmeye çalışırken bir yandan da kendi aralarında çıkar çatışmaları yaşayacağı öngörülüyor. Çin ve Japonya'nın Amerika'ya karşı kafa tutsalar da askeri anlamda yeterli olmadıklarından yakın gelecekte savaş olmayacağını ancak ilerde beklenebileceğini ifade ediyor. Meksika 'nın da ilerde Amerika'ya meydan okuyabileceği ifade ediliyor.

19 Mart 2014 Çarşamba

VE EVDEKİ KİTAPLIKLARIN SON DURUMU

Her zaman bir odası okuma odası olan,kocaman kütüphanesi olan evlere imrenmişimdir.Ne yazık ki şu an ki evim buna izin verecek boyutta değil.İlerde en büyük hayalim böyle bir oda yapmak.Bende bulduğum her köşede kitap biriktiriyor ve okuyorum.Elimdeki kitapların bir kısmını da arkadaşlarıma verdim,umarım geri gelir.Her ne kadar kitaplarımdan vazgeçmek istemesem de insanların kitap yokluğunu bahane etmesine tahammül edemediğimden ve okuma alışkanlığının gelişmesine bir nebze de olsa katkısı olacağına inandığımdan bu huyumdan vazgeçtim. Bazen yine de çok sevdiğim bir kitabı verirken çocuğumdan ayrılır gibi hüzünleniyorum.Kitap severler ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır. Bir de yıpranmış,kenarı kıvrılmış kitap getirenlere tahammül edemiyorum.Onlara bir daha asla kitap vermiyorum.

18 Mart 2014 Salı

2.RAF "DEX YAYINLARI"

-Bu raftaki çoğu seriyi okuyup yorumladığımı düşünüyorum.En beğendiğim seriden başlayalım.
LUX Serisinden Jennifer L. Armentrout imzalı dört ve  kitap. Serideki ana karakterler uzaylı. İlk kitabı Alacakaranlık benzeri olsa da sonraki kitaplarda çok eğlenceli ve sürükleyici bir hikaye sizi bekliyor.


KİTAPLIĞIMI DÜZELTİYORUM.İLK RAF:" FANTASTİK SERİLER"

Yaklaşık 500'ün üzerinde kitabım var ama bir türlü vakit bulup ayrıştıramıyorum.Dolayısıyla da neyi okuyup neyi okumadığımı bilmiyordum.İki-üç günlük bir boşluk yaratıp kitapları düzeltmeye karar verdim.
İlk rafa fantastik serileri koydum.
-  İlk serimiz Artemis Yayınları tarafından basılan ve oldukça sevilen ,dizi ve sinema filmi de yapılan Laurel K.Hamilton'un "Anita Blake-VAMPİR AVCISI "serisi.
Kitaplar arada sırada olan küçük yolculuklar sayılmazsa ağırlıklı olarak St. Louis'de geçiyor. Anita'nın olağanüstü yaratıklar tarafından ona takılan bir de lakabı var: The Executioner (Cellat). Bu ünvanı haketmesinin sebebi, yaptığı diğer işlerin yanında bir de ölürülmesi son derece zor olan vampirlerin infazındaki aktif görevi. Şehirdeki pek çok yaratık ondan hoşlanmasa da, o dünyadan dostları da yok değil. Daha ilk kitapta ona ilgisini belli eden ve sürekli onu elde etmeye ve insan hizmetkarı yapmaya çalışan Jean Claude adındaki 300+ yaşındaki vampir de Anita'nın hayatındaki başka bir unsurdur. Anita nın ondan uzak durmasında ki kesin kararı seri ilerledikçe değişime uğrar. Bunun dışında bir de Anita'nın akıl hocası olan Edward adında kiralık bir katil vardır. Edward, tam da ihtiyacı olduğu anda her daim Anita'nın yanında olmayı bilmiştir. Anita'nın deyimi ile insanlar çok sıkıcı gelmeye başladığı için onları bırakıp vampir, kurtadam ve diğer olağanüstü yaratıklarla ilgilenmeye başlamıştır. Anita arada sırada bundan şikayetçi olsa da ona tam olarak ihtiyacı olan eğitimi vermiştir. Bunun dışında bir de Richard Zeeman adında ki kurtadam da Anita'nın kalbinde yer etmeyi başaran başka bir karakterdir.


16 Mart 2014 Pazar

İLGİ ÇEKİCİ BİR HİKAYE"KENNEDY'NİN BEYNİ"

Zaman zaman market alışverişleri sırasında indirimli kitap reyonlarını da ziyaret ediyor ve ilgimi çeken kitapları alıyorum. Bu kitabı da Kipa'dan 6,50TL'ye aldım.Aslında arka kapaktan konuyu okuyup adına da bakınca Kennedy suikasti ile ilgili bir polisiye roman olduğunu düşünmüştüm ama yanılmışım.Size şu kadarını söyleyebilirim ki konunun Kennedy ile hiç alakası yok ama çok daha ilginç.
Arkeolog Louise Cantor,oğlu Henrik'i evinde ölü olarak bulur ve polise haber verir. Kendisi olayın bir cinayet olduğunu düşünse de polis intihar olduğuna kanaat getirir ve dosyayı kapatır. Bu saatten sonra Louise acılı bir anne olduğu kadar oğluna inanan ve onun ölümünün cinayet olduğunu ispatlamaya çalışan cesur ve azimli bir kadındır da. Bulduğu ipuçları onu hem ülke ülke dolaştıracak hem de inanılmaz olaylara ve insanlara taşıyacaktır.

12 Mart 2014 Çarşamba

BAZEN ÖLMEK DE GÜZELDİR...


Dün ki nöbetimde 15 yaşında cerebral palsy nedeniyle sadece gözleri ile anlaşabilen bir hastam geldi.O doğduktan kısa bir süre sonra annesi ölmüş,babası da yeniden evlenince çocuk bakım evine bırakmışlar.15 yıldır yaşam mücadelesi süren kızımızla son iki yıldır ara ara nöbetlerde karşılaşıyorduk.Bizim için onlar yoğun bakım hastaları olmasına rağmen gözlerinde gördüğümüz bir ışık hala yaşama isteği ve çabaları olduğunu gösterdiğinden bizde mücadelelerine ortak oluyorduk.Fakat dün o ışığın söndüğünü gördüm.Tüm çabamıza rağmen damar yolu bulunamadı.Hala nefes alıyor ve kalbi atıyor olsa da ruhu yanımızda değildi.İşte o zaman ALLAH'A dua ettim.Lütfen onu cennetine almak için daha fazla bekleme diye.Anladım ki bazıları için ölmek daha güzel.Ben bu gece uyuyamadım ve uzun bir süredir ilk defa bir çocuk için Allah'a ve huzura kavuşsun diye ,ölsün diye dua ettim. 
 Çocuklar hangi yaşta ve hangi durumda olursa olsunlar,masumiyetlerini ve mutluluklarını gözlerinde okuyabiliyorsunuz.Bir erişkinin büyüdükçe unuttuğu ilk şey gözleriyle konuşma yetisi.Ne zaman yalan söylemek zorunda kalsalar hemen gözlerini kaçırıyorlar.
Nöbet sonrası evde izlediğim "ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK" filmi de düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu gösterdi.Çocuk gözüyle savaş,ölüm ve dostluk öyle güzel anlatılmış ki.Bütün gün ağladım.Hüzünlü ama ruhumu eğitici bir gündü.


Tüm çocukların gözlerindeki ışığın sönmemesi dileğiyle bu filmi seyretmenizi tavsiye ediyorum...

10 Mart 2014 Pazartesi

GEÇ GELEN TARİH SEVDASI

Kitapların her türlüsünü okumayı severdim ama Rus Kışı ve Yahudi Sevgili'yi okuduktan sonra bende müthiş bir tarihi öğrenme arzusu doğdu.Okul kitaplarında tarih genellikle bir olaylar kronolojisi şeklinde ezberlenmek durumunda olduğundan benim için sadece not alınması gereken bir dersti.Ancak romanlar sayesinde tarihi olayların yaşandığı sıralarda insanların mutluluklarına,acılarına ve şaşkınlıklarına tanık oldukça merakım arttı.Bu kitabı da o sıralarda keşfettim.
Tarihi yeni keşfedenler ve gençler için mükemmel bir kitap.

Dünyanın oluşumuna sebep olan Big Bang'den 21. yüzyılın başlarına kadar olan Dünya Tarihi'ne anlaşılabilir genel bir bakış sağlıyor.Yunan,Roma,Çin ve Hindistan gibi büyük medeniyetler,Büyük İskender, Jean d'Arc, Michelangelo, Rahibe Teresa gibi tarihteki büyük isimler hakkında anlaşılabilir bir bilgi sunuyor.
 Dünyamızı şekillendiren olaylar,savaşlar ve sonuçlara,her dönemdeki gündelik yaşama ve kültürel özelliklere dair fotoğraflar ve haritalarla birlikte ışık tutuyor.
  Bu kitap sayesinde Dünya savaşlarının insan hayatına verdiği zararları,yaşanan ekonomik kayıpları ve kaybedilen aile ve akrabaları daha ciddi anladım.

Devamını oku...

7 Mart 2014 Cuma

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü her yıl 8 Mart'ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır.

Tarihçe

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.

8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını öneren Clara Zetkin (solda)Rosa Luxemburg ile.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'deMoskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır